Pışo Meheme; Diyarbekir peyxazlarındandır…
Peyxwazın kelime anlamı; tabansız, ipsiz-sapsız!
Pışo enteresan bir zevattı, hep sefildi, namekândı!
Hayatı cezaevlerinde, tren istasyonlarında, vagonlarda gurbette geçti...
Sicili kabarık, sabıka kaydı dersen; ne ararsan var, gasp, yaralama, hırsızlık, her türlü uyuşturucu kullanma... Pışo kaplumbağa gibiydi evini sırtında taşırdı; kir-pas içinde gezerdi, yaz-kış ceketle dolaşırdı. Ceket kavgada püskürtme aracıydı, kavgaya tutuşunca ceketini sol eline alıp rakibine sallayıp rakibinin boş anında da bıçağı kullanırdı… Kavga adamıydı, acımasız biriydi, iyi bıçak kullanırdı, ismi santimciye çıkmıştı boş hamle yapmazdı, Bıçağa hakim biriydi, bıçağı istediği bölgeye saplamasıyla meşhurdu... Parası olduğu sürece ayık gezmezdi, genelde şarap içerdi, köpek öldüren cinsten, ucuz olanlardan yani… Dilan sinemasının önünde turladı, pavyonlar sokağını arşınladı, gecenin ilerleyen saatinde tekel bayiden bir şişe köpek öldüren şaraptan kaptı, Emirgan çay bahçesinden geçip, Atatürk heykelinin arkasına ulaştı… Ağaçlı yere geçip sırtını bir ağaca verip oturdu. Ceketini omuzlarına alıp, şişenin plastik mantarını bıçakla çıkardı, bıçağını kapatmadan ceketinin iç cebine yerleştirdi, ceketinin iç cebinden bir gazeteden külah çıkardı, külahta kırık leblebi Atatürk mezesi derlerdi! Usulca külahı yere yaydı, şişeden bir fırt çekip leblebiden yararlandı, pür neşelendi pür! Şişe yarılanınca, sağı-solu kesti, vakit epey ilerlemişti, Emirgan Çay Bahçesinin de ışıkları sönüyordu birer-ikişer, zulasından esrar çıkarıp, kırmaya başladı, avucuna… Kendine tek kağıtlı bir cıgara yapıp, yaktı, bir nefes çekti kendini telef edercesine, başını gökyüzüne kaldırıp, dumanını usulca savurdu ve şişeyle öpüştü dudakları… Pışo’nun değme keyfine keyfi kekâ! Bir türkü mırıldadı:
“Taşa verdim yanımı Esrar emdi kanımı, Azrail boşa gelmiş Canan almış canımı…”
Kafa bir milyon olunca da, çalıların arasında sakladığı bir-iki kartonu alıp Atatürk heykelinin hemen arkasına gitti, kartonları yere serdi, ayakkabılarını çıkarıp yastık niyetine yan-yana bıraktı, ceketinin iç cebindeki bıçağını aldı ceketini de yorgan niyetine üstüne örttü… Bıçağını da iki bacağının arasına alıp uyudu...
Sabah kalktığında ayakkabılarının olmadığını fark etti, sağa-sola bakındı bulamadı, bulamayınca da kallavi sinkaflar savurdu sağa-sola! Pışo yüksek sesle sinkaflı küfürler savurduğunu gören esnaf ve halk yığılmaya başladı…
“Ula Qehpeanali, lawe Qûre Qere, Dağkapı Qıbrağı-ibnesi, çalacak başka şey bulamadın da Pışo’nun ayakkabılarını çaldın Qahpoğlu Qahp? Ula Pışo’nun ayakkabıları çalınır mı heç, anan mı giyecek o ayakkabıyı defşorbe! Pışo cazgırlık yapıp küfrettikçe kalabalık arttı, cinayet mahaline döndü meydan, yalınayak Atatürk heykelinin önüne gidip yüzünü heykele dönüp:
“Ula Beton Kemal, sahan güvenıp yattım, ayakkabıma sehap çıxağamadın, bele mi memlekete sehap çıkacağsan? Benim heykelim dikilseydi, korkudan kimse bir şey çalamazdı! Polis jipi olay mahaline geldi, iki polis indi… “Açılın bakayım, noluyor burada, dağılın bakayım, dağılın-dağılın!”
Pışo hala söyleniyordu… Polisler Pışo’yu görünce şaşırdılar, hemen Pışo’nun koluna yapıştılar.
“Mehmet noluyor burada, yine neler yaptın!” Çarşı, Fatih Paşa ve Markinkapı polisleri Pışo’yu tanırlardı, akraba olmuşlardı adeta, soğuk kış gecelerinde Pışo karakollara sığınır nezarette uyurdu, donmamak için, önceleri nezarete almamışlar Pışo’yu, Pışo durur mu; suç teşkil edecek cürümler işlemiş hemen, mağazanın camını taşla kırma, yoldan geçenlerle kavgaya tutuşmak gibi, bundan dolayı soğuk kış gecelerinde nezarette uyumasına izin verirlerdi… Pışo, derdini anlatmaya devam etti; ayakkabılarının çalındığını ve davacı olduğunu söyleyip durdu… Polis memuru gülümseyerek: “Peki Mehmet sen kimden şikâyetçisin?” Pışo durur mu: ”Atatürk’ten şikayetçiyem gomserim!” Bu söze sinirlenen polis memuru: “Ne diyorsun ulan sen!” Pışo lafebesi: “Ben ona güvendım heykelin altında yattım, beni korur diye, onun yaptığına bak, ayakkabılarıma sehep çıkamadı, devacıyam!”
Polis olayın içeriğini anlayınca kalabalığa dönüp: “Dağılın bakayım, herkes işine, boşaltın burayı!” Kalabalığın arasından Vangölü Seyahat yazıhanesinin sahibi Baba Zeynel Laçin memura dönüp: “Memur bey müsadenizle ben Memede ayakkabı alması için para vereyim bu olay kapansın…” Memur sesin geldiği yöne dönüp: “İsabet olur, Pışo’ya dönüp bir daha heykelin etrafında uyuma, bir daha ki sefere çarpılırsın ha!” Gülümseyerek polisler jipe atlayıp olay mahalinden uzaklaştılar… Zeynel Laçin babacan bir edayla: “Pışo Atatürk’ten davacı olmak da neyin-nesi, kafayı mı yedin başına iş açacaktın!” Pışo’ya para uzattı: “Git ispayeye kendine kundura al!” Pışo parayı aldı Baba Laçin’in elini öpmek için eğildi, Baba Laçin bir hamleyle elini çekti, öptürmedi… Pışo karşıdaki Abide Çay Ocağına doğru yöneldi, kapı önündeki kürsüye oturdu, kendine çay istedi… Etrafı kolaçan ederek, çayını yudumlamaya başladı, hali ve tavırları bir yeri soyacak olan kişinin keşif dikizlemesi gibiydi…
Yan tarafta oturan şahsa dönerek: “Saat kaç!” Adam saatine baktı: “Saat 10 nu 20 geçiyor, Memed Abe bir çiftte çorap al, bak parmakların dışarıda!” Pışo adamın yüzüne baktı: “Eeee hani para?” Adam elini cebine attı bir çorap parası kadar para verdi…
Adam Pışo’ya döndü, dedi ki: “Memed Abe sen gidip ayakkabı alma, bir saat sonra Nebi Camisine git ordan ayakkabı yürütürsün, kimsenin de ruhu duymaz, paran da cebinde kalır!” Birden Pışo’nun yüz şekli değişti, beyninde şimşekler çaktı, adamın yüzüne bakıp gülümsedi! Adam Pışo’ya çay ısmarladı, Pışo sağ elini kalbinin üstüne götürerk adama baktı: “Eyvallah!” Pışo çok hırçıkli biriydi, herkesten şüphelenirdi, adama şüphe ile bakmaya başladı… Pışo zamanı eritti ince belli bardakta… Konuştuğu kişi kalkıp gitti, Pışo’da sağı-solu kesip kalktı, yürümeye başladı, yürürken herkes ona bakıp gülüyordu bu durumdan rahatsız olmuştu Pışo, o da insanlara ters-ters bakıp söylenmeye başladı… Ceketini sol koluna alıp sallayarak yüksek sesle sinkaflı cümleler savurmaya başladı… Çocuklar toplaşmaya başladılar, çocuklar ki hele-hele dağkapı çocukları her biri, birer efrut! Pışo küfrettikçe çocuklar toplaştı, başladılar Pışo’yu kızdırmaya: “Pış-pış-pış pışo… ula ando Pışo ayakkabılarini çaldılar ha!” Pışo’nun en kızdığı kelimedir; pış, pış ve miyavlama! Pışo sinirlendikçe dellendi, çocukları kovalamaya başladı; “Ananız koynumdan çığarken ayakkabılarimi çalindi ula ibneler!” Gazeteci Doşo, Pışo’nun koluna girdi: “Meheme çocuklarla çocuk mi olacağsan?” Sonra çocuklara dönüp bağırdı: “Hadi çocuklar sizde dağılın!” Pışo yüzünü dörtyola çevirip yürümeye başladı, Çelenkler fırının bitişiğindeki tuhafiyeden kendine çorap aldı, Nebi Camisine doğru yürüdü, cami avlusuna girdi, girişteki raftan “nelin” alıp, abdest musluklarına doğru yöneldi, taştan yapılan oturakların birine oturdu, ayağındaki çorapları çıkardı, ayaklarını yıkadı, cebindeki çorapları çıkardı itinayla çoraplarını giydi, etrafı dikizlemeye başladı…
Camiye gelenlerin ayakkabılarına bakıyordu, gözüne birini kestirdi, adam “nelin’i” giydi abdest almaya giderken Pışo ani bir hareketle gidip ayakkabıyı giydi ve cami avlusunu terk etti, Söylene-söylene gitti!